Ömer Üzen: Devrim Kavramı ve İran'da Meydana Gelen Devrim Üzerine İnceleme

TAKİP ET

Herhangi bir devrimi incelemeden, anlamadan veya anlatmadan önce devrim kelimesi ana itibariyle anlaşılması gerekir.

Herhangi bir devrimi incelemeden, anlamadan veya anlatmadan önce devrim kelimesi ana itibariyle anlaşılması gerekir.

Öncelikle devrim; kabaca, eskiyi ortadan kaldırıp yerine yeniyi ve eskisinden bağımsız olarak yepyeni bir şeyi ortaya koymak demektir. Sadece bu tanımdan yola çıkarak devrimin, ıslahattan veya reformdan kesin bir şekilde ayrı anlama geldiği görülmektedir. Dünyada ortaya çıkan her siyasi devrimin sonuçları bu tanımı doğrular niteliktedir.

Devrimler bir anda ortaya çıkan ve devleti, devlet yapısını ve toplumu baştan aşağıya değiştiren olgular bütünü değildir. Her devrimin bir sosyo-ekonomik yapısı, siyasi geçmişi, kültürel özellikleri vardır. Örnek verecek olursak, Fransız devrimi ile 1917 Rus Ekim devrimi arasında çok ciddi farklılıklar vardır. Bu farklılıkları tetikleyen bir diğer konu ise devrimin yaşandığı tarihlerdir. Bir devrim hangi tarihte ve hangi yüzyılda gerçekleştiyse o dönemin özelliklerini taşır. Bu sebepten ötürü, bir ülke birden fazla devrim yaşadıysa ve bu devrimler farklı yüzyıllarda yaşandıysa mutlaka aralarında ciddi farklılıklar olacaktır.

Devrimler konusunda tartışılan bir diğer konu ise o devrimin meşruiyetidir. Kısacası, gerçekleşen devrimin halk tarafından onaylanıp onaylanmadığı veya benimsenip benimsenmediğidir. Toplumun yararına olmayan, toplumsal sorunların çözümlenemediği ve devrim olduktan sonra bile aynı sıkıntıların devam ettiği bir toplumda devrim tam anlamıyla başarıya ulaşmamış demektir ve meşruiyeti halk tarafından sorgulanır hale gelmektedir. Böylesi bir durumda, devrim sonucu iktidarı eline geçiren siyasi iktidar karşısına devrimlerin en büyük aktörü olan halkı karşısına almış olur ve gerçekleşen devrim için tehlike çanları çalmaya başlar.

DEVRİM PSİKOLOJİSİ

Bir ülkede yaşanan devrimi anlayabilmek için devrimin karşılıklı iki tarafını ele almak gerekir. Bir tarafta mevcut siyasi gücü elinde tutan iktidar; diğer tarafta ise devrimlerin en büyük aktörü olan halk ve mevcut siyasi iktidardan yeterince uzaklaşmış veya uzaklaştırılmış gruplardır. Bu gruplar özellikle Fransız devriminde net bir şekilde ortadadır. Fransada burjuvazi ve burjuvazi destekli halk 1789 tarihinde sonuçlarının tüm dünyayı etkilediği bir devrimi gerçekleştirmiştir. Burjuvazi destekli bu devrim sonucunda, hemen olmasa da süreç içerisinde devrimin yaydığı ilkeler sonucunda birçok imparatorluk etkilenmiş, dağılma sürecine girmiştir. Nitekim, dönemin Avrupa imparatorlukları, devrim sonucunda ortaya çıkan milliyetçilik akımına karşı çok uluslu imparatorluklarının dağılmaması için kendi aralarında bir anlaşma yapmışlardır. Ancak bu döneme denk gelen bir başka siyasi olgu ise ulusal çıkarlar meselesidir. Tam hızıyla süren bir doğal kaynaklar arayışına giren emperyalist devletler ve yeni sayılabilecek düzeydeki emperyalist devletler, bu arayışlar neticesinde ulusal çıkarlarını ön plana koyup bu anlaşmayı hiçe saymışlardır. Süreç içerisinde ise hızlıca yayılan milliyetçilik akımı, domino taşları gibi imparatorlukları parçalamıştır.

Fransız devrimi örneğinde, her ne kadar adı “Fransız” olsa da sonuçları bakımından evrensel düzeyde bir etki yapmıştır. Bu devrim neticesinde, devrim ilkelerinden etkilenen devletleri ve halkları incelerken özellikle milliyetçilik bağlamında toplumlar arası benzerlikler görülmektedir. Milliyetçilikten etkilenen toplumlar bağlı oldukları imparatorluklara isyan bayrağı açmaya başlamışlardır. Bazı durumlarda tipik bir “milliyetçi devrim” havası taşıyan bu siyasi olaylar bazı durumlarda ise imparatorlukların verdikleri özerk yapılar ile sonlamıştır. Ancak her devrimde olduğu gibi bu gibi devrimlerde toplumların istekleri bitmediği sürece devrimler sonlanmış olmamaktadır.

Devrimlerin ve devrim öncesi süreçlerin bir aktörü mevcut siyasal iktidardır. Tarihsel süreç içerisinde bu mevcut siyasal iktidarlar genellikle bir monark ve bazı durumlarda ise oligarşi/hanedanlıktır. Hiçbir siyasi iktidar gücünü hiçbir devlete veya kendi toprakları içerisinde oluşum gösteren bir gruba kaptırmak istemez. Bu sebepten ötürü, kendi otoritesine karşı gelen güçlere son derece sert tutumlar gösterir. Dünya devrimleri tarihinde hiçbir zaman herhangi bir devrim kolaylıkla yaşanmamıştır. Her iki taraftaki güçler ciddi kayıplar vermişlerdir. Bir siyasi iktidara yönelen devrimci şiddet gösterileri bastırıldığı taktirde isyancı gruplar sindirilmiş veya pasifize edilmiştir. Bundan sonra ise, siyasi iktidar tarafından gerek devlet gücü yoluyla gerek medya yoluyla isyan eden devrimci grupların toplum nezdinde meşruiyetini kaybettirici propagandalar yapıldığı görülmüştür. Tam tersinin yaşandığı durumlarda ise, isyan eden devrimci gruplar başarıya ulaştığı zaman, eski düzenin yozlaşmışlığı üzerine çalışmaların yapıldığı görülmektedir.

İRAN’DA DEVRİM ÖNCESİ ve SONRASI

İran’daki devrimsel süreç de benzer psikolojileri barındırmaktadır. Monarşinin son derece kuvvetli olduğu, yozlaşmanın her türlü alana girdiği, insan kayırmacaların, adaletsizliklerin ve ülkenin tek sahibinin Şah ve ailesinin olduğu anlayış İran halkında huzursuzluklara yol açmıştır. İslami yaşam şeklinin son derece etkili olduğu İran’da halk gittikçe desteğini Şah’tan alıp mollalara vermeye başlamıştır. 1979’a kadar olan dönemde adeta ülke içinde ikinci bir ülke yapısına bürünmüştür. Her otokratik ve monarşik sistemlerde olduğu gibi siyasi gücün elinden gitmekte olduğunu gören Şah, halka karşı acımasızca davranmaya başlamıştır. Ancak mollaların desteklediği halk geri adım atmamış; iktidarın her hamlesine karşı çıkmaya başlamıştır. Devrim yılına kadar olan dönemde camiler gittikçe propaganda merkezi olmuştur. Camilerde Şah karşıtı mollalar verdikleri hutbelerde Şah’ın İran’ı temsil etmediğini, artık İran Şah’ının meşruiyetinin kalmadığını savunmuşlardır. Mollaların bu tavırları, yaptıkları konuşmalar önceki dönemlerde gizliden yapıldıysa da son dönemlerde açık açık sergilenmeye başlamıştır.

Gün geçtikçe iktidar gücünü kaybetmeye başlayan Şah, çareyi Amerika Birleşik Devletleri’nde aramaya başlamıştır. Şah Rıza Pehlevi iktidara geldikten sonra ülkesini Batılı anlayışla yönetmeye çalışmış; bu anlamda rol model olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni göstermiştir. Batılı değerlere sahip ve toplumunun büyük çoğunluğunun Müslüman olması sebebiyle Türkiye Cumhuriyeti bu anlamda Şah tarafından örnek alınmıştır. Aynı zamanda Şah Rıza Pehlevi, laik bir devlet oluşturmaya çalışmış ayrıca İran halkının İslamiyet ile olan güçlü bağlarını azaltma yoluna gitmiştir. Bundan dolayıdır ki Şah kendi oğluna İslamiyet öncesinde kurulmuş olan bir Fars devletinin kralının ismini vermiştir. Oluşturmaya çalıştığı model devletin meşruiyetini İslamiyet öncesi dönemlerde aramıştır. Ancak, Şah ülkesini ne kadar Batılılaştırmaya çalıştıysa da İran halkının İslamiyet ile olan bağlarını azaltamamıştır.

Şüphesiz Şah Rıza Pehlevi’nin yürüttüğü bu politikadaki nihai hedefi mollaların önünü kesmektir. Kendisine rakip olarak gördüğü mollaların gücünün bitmesiyle siyasi iktidarını daha çok güçlendirecektir ve hayali olan Batılı ilkelerle yönetilen bir İran devletini oluşturacaktır. Fakat devrim süreçlerinin en büyük aktörü olan toplum bir kez daha devreye girmiştir ve mollaların sahip olduğu güç ile halk birleşmiş, Şah devrilmiştir. Yurtdışında sürgünde olmasına rağmen Ayetullah Humeyni yazdığı yazılarla ve yaptığı konuşmalarla İran halkını son derece etkilemiştir. Bu süreçte İran halkının kendisinde bulduğu azim ve kararlılıkta hiç şüphesiz Ayetullah Humeyni’nin rolü çok fazladır. 1979 yılı olmasına çok kısa bir süre kaldığı zamanlarda İran halkının gözünde devletin başkanı Şah değil bizzat Humeyni’dir. Bundan dolayıdır ki İran İslam Devrimi’nin lideri konumunda ülkesine geri dönmüştür. Şah Rıza Pehlevi’nin ülkesinden kaçmasından sonra Humeyni’nin ilk yaptığı iş İran’a geri dönmek olmuştur. Uçağının indiği havaalanında kendisini binlerce insan karşılamıştır ve kendisine olan sevgi saygılarını göstermiştir. Devrim başarıya ulaşmıştır ve artık geriye İslami yasalarla yönetilmeyi bekleyen İran İslam Cumhuriyeti kalmıştır.

İslam devrimi sonrası İran’da batılı tüm değerler terk edilmiştir ve yerlerine kaynağının Kur’an-ı Kerim’den alındığı yasalar getirilmiştir. Ülkede tamamen bir Amerikan karşıtlığı başlamıştır. Bu karşıtlık öyle bir raddeye gelmiştir ki Amerika Birleşik Devletleri’nin ismi “Büyük Şeytan” olmuştur. Dünya üzerinde Müslüman ülkelerde yaşanan her türlü sorunların tek kaynağı olarak Amerika Birleşik Devletleri görülmüştür. Bu sebepten ötürü Batı dünyası ile özellikle de Amerika Birleşik Devletleri ile iş birliği yapan her devleti İran kendisine ve Müslüman milletlerin potansiyel düşmanı gözüyle görmeye başlamıştır. Bu politikalardan Türkiye Cumhuriyeti de nasibini almıştır.

Devrim sonrası ülkelerde görülen kaos dönemleri İran’da da görülmüştür. Coşkulu halkın sakinleşmesi zaman almış, hükümetler kurulmuş ve dağılmışlardır. Bunlara ek olarak ise devrim sonrası iç karışıklıklardan faydalanmak isteyen Irak lideri Saddam Hüseyin 1980 yılında İran’a savaş açmıştır. İslami devrim sonrası düzen kurabilme çalışmaları yaşanırken patlak veren bu savaş devrimi sekteye uğratma tehlikesini de beraberinde getirmiştir. Nitekim bu gelişmeler İslami rejimin hırçınlaşmasına ve baskıcı bir ruha bürünmesine neden olmuştur. Gittikçe radikalleşen İslami yönetim toplumu ciddi bir baskı altına almıştır. Birçok kesim ülkenin ileriye gitmesini beklerken Şah döneminden de kötü bir duruma sürüklenildiğini iddia etmiştir. İlerleyen dönemlerde ise halkın büyük bir kesimi İslami rejimden ve mollalardan rahatsız olmaya başlamış ve Şah dönemini özler hale gelmiştir. Baskıcı mollaların hayatın her alanında olması, insan haklarında yaşanan olumsuzluklar ve benzeri şikayetler artmaya başlamıştır. Günümüzde ise mollaların ve devlet yönetiminin önceki dönemlerdeki ağırlığını biraz olsun hafifletmesi İran halkındaki muhalefet anlayışını güçlendirmiştir. “White Wednesday” hareketi ile kadınlar zorunlu başörtüsü takma kuralını eleştirmeye başlamıştır. Çok kısa bir sürede bu hareket birçok destekçi kazanmıştır. İlk başlarda zorunlu başörtüsü takılmasına karşı başlatılan bu hareket zaman geçtikçe mollalara, pasdarlara ve mevcut siyasi iktidara eleştiri yapanların da bulunduğu bir platform haline gelmiştir.

Dünyanın sürekli geliştiği, karşılıklı iletişimlerin ve etkileşimlerin çok kolay bir şekilde yapılabildiği bu dönemde İran halkı eleştiri bayrağını açtığı mollalara karşı zafer kazanır mı ya da mevcut düzen siyasi hayatına devam eder mi ilerleyen yıllarda görülecektir.