Nevzat Arabacı vefat etti

TAKİP ET

Fikir ve mücadele adamı olan Nevzat Arabacı, koronavirüse yenik düştü. 

Fikir ve mücadele adamı olan Nevzat Arabacı, koronavirüse yenik düştü. 

İlmi zenginliği ve mücadeleci kişiliği ile tanınan Karaman ve Konya'nın kültür hazinesi Nevzat Arabacı, Kovid-19 hastalığına yenik düşerek 73 yaşında vefat etti.

MTTB ve Akıncılar Derneği'nde de görev alan Arabacı, bir süredir kovid-19 tedavisi görüyordu. Koronavirüse yenik düşen Arabacı, 73 yaşında hayatını kaybetti. 

Muhterem hocamız her zaman olduğu gibi Âlem-i İslâm için son ana kadar çalışmaya devam etti, hem yazılarıyla hem YouTube çalışmaları takdire şayan idi. Son yıllarında meal üzerinde çalışıyordu.

Allah rahmet eylesin

Halil Etyemez: Konya'mızın fikir ve mücadele adamı, MTTB ve Akıncılar Derneği'nde de görev alan Nevzat Arabacı Hoca Rahmeti Rahman'a kavuştu. Mevlam rahmet eylesin, mekanı cennet olsun. Ailesinin, yakınlarının ve hemşehrilerimizin başı sağolsun.

Ahmet Sorgun: Bir “Allah Eri” daha Sevdiğine kavuştu. Vefat eden Nevzat Arabacı Hocamıza Allah’tan rahmet, ailesine ve sevenlerine baş sağlığı diliyorum. Makanı cennet olsun.

Dr. Leyla ŞAHİN USTA: Konya'mızın iki değerli insanı; ilim ve dava adamlarından Nevzat Arabacı Hocamız’a Allah'tan rahmet, ailelerine ve yakınlarına sabr-ı cemiller diliyorum.

NEVZAT ARABACININ SON BİRKAÇ GÜNDE YAYIMLADIĞI YAZILARI;

DEVLET!

Hiç bir devlet kendi kabul ettiği ideolojisini red eden, düşman olan hiç kimseyi yetiştirmez, yetiştitirmez, böyle çalışmalara da asla izin vermez veremez. böyle bir faaliyetlere de asla müsade etmez ve edemez..
Eğer bunun aksi olursa, bunun bedelini çok ağır öder. O devlet kendisine dünya'da yardım edecek bir dost ta bulamaz,

Bu prensip, islâm kaynaklı kurulmuş devletler içinde, islâm dışı kaynaklar üzerine kurulmuş devletler içinde0 geçerli ilkedir,
Yanlız! DEVLET kendi idolojine uygun mesleklerinde profesyonel, dürüst, adil insanlar yerine, meslekte ehil değil, dürüst olmayan, adil olmayanları yetiştir, yetiştittirir ise ,O DEVLET , kendi intiharın kendi adamlarının kollarında bulur, bulacaktır, Tarihte yücelmiş ve yıkılmış devletlere birde bu açıdan bakalım istedim.

................


VATAN NEDİR?
VATANLI OLMAK NEDİR!?
VATAN sahibi NASIL OLUNULUR?
VATAN NASIL ve NİYE KAYBEDİLİR?

İslâm'a gerçkten gönül vermiş KUR'AN'IN mü"min müslümanlar dedikleri için! İki vatan vardır.
1)-MüSLÜMANLRIN yurdu (Dar ül İslâm)
2)-KAFİRLRİN yurdu (Dar-ül küfür)
Bu tesbiti HAK - BATIL ikilemi içerisinde değerlendirecek olursak BATIL üzere olan yurtlar HAK üzere olan yurtlar.
711yılında Cebeli Tarık boğazını geçen müslümanların komutanı gemileri yakıp ve dedi ki:"Önünüzde batıl yurdun, yurt ve vatan anlayışını yitirmiş orduları var. Arkanızda deniz , ya öleceksin ya buraya HAK olan yurda çevireceksiniz başka seçeneğiniz yok "savaştılar savaş sonrası galip gelen ordunun sağ kalanları orayı müslümanların yurdu yaptı, bayraklarını her tarafa dikti,İspanya dünyanın her tarafınfaki müslümanın ortak vatanı olmuştu. Onlardan850yıl sonra gelen nesil vatanı bağ, bahçe, gezinti yeri, gibi görmeye başladı. Kafirler saldırıya geçti vatan duygusunu kaybetmiş olanları ezdi geçti. Kaçanlar kaçtı ben vatan duygusunu kaybedenlerin başına gelenlerden dolayı fazla ah vah çekenlerden değilim. İspanya biz göre batıl yurt oldu, İspanya 'lıllara göre isa hak üzere yurtları oldu, şu anda da öyledir. ALPARSLAN 1071 BATIL bir yurdu HAK üzere bir yurt yapmak için ya öleceksin ya yurt yapacaksınız anlayışı ile savaştı, netice Anadolu bütün müslümanların yurdu oldu, binlerce şehitler verilerek, Fatih aynı anlayışla Bizans'a dayandı yıktı geçti. binlerce şehitler verildi. Sağ kalanlar bayrağı her tarafa dikti. BATIL BİR yurt HAK üzere yurda dönüştü, burası artık bütün müslümanların yurdu olmuştu. Vatanı bağ, bahçe, mesire yeri sadece karınlarının doyduğu yer zannedenler vatanlarını kaybederler. Osmanlı'dan elimizde kalana baktığımızda her şey ayan beyan görülür. Bu şekilde vatan anlayışının ilk örneği KİMDİR?

Cevap: Elbette ki, Hz Muhammed'ir(sav) O' önce Medine 'yi müslüman yurdu yaptı,sonra Mekke'yi fethederek, Mekke 'yi müslüman yurdu yaptı. O' nun izinden samimi gidenler hep böyle yaptı,

" vatanı bağ bahçe, tarla, karnının doyduğu yer şeklinde görenler hep kaybetti. Bu anlayış, müslümanlar içinde geçerlidir, kafirler içinde, vatan sahibi olmak çok zor vatanı kaybetmemek ondan daha zordur, bu iş inanç, iman meselesidir. Günümüzde ki dünya da, müslümanların acıklı haline bir de bu pencereden bakalım istedim.!??

..........

HAK - BATIL anlayışları farklı olduğu için insanlar arasındaki mücadele kıyamete kadar sürecektir.

Müslümanlar daima herşeye Hak-Batıl ikilemi içerisinden bakmaları gerekir. HAK - BATIL mücadelesi ne demek öyleyse?
Müslümanların HAK dediğine , İslâm dışı insanlar, BATIL derler. İslâmın BATIL dediklerine ise, HAK derler. Bunu tesbit ettikten sonra Musa'nın Firavun'la mücadelesi HAK ve BATIl anlayışında ki farklılığın mücadelesidir. Günümüzde Trump, Putin, Erdoğan ve diğer lider arasındaki açıktan söylemeselerde HAK - BATIL anlayışlarının mücadelesidir. Geçmişte Cengiz ile savaştığı toplumların mücadeside budur. II Abdulhamid ile mücadele edenlerinde mücadelesi HAK ve BATIL anlayışlarının farklılığının mücadelesidir. Bu olaylara DİALEKTİK mantık ile yaklaşırsanız herşey ayan beyan açığa çıkar, meclisteki bütün liderlerin HAK - BATIL anlayışı vardır. Bizim HAK - BATIL anlayışımız Allah'ın HAK dediğine HAK. O'nun BATIL dediğine BATIL deme anlayışına dayanır.

Nevzat Arabacı, bir dönem Konya’da Akıncılar Derneği Başkanlığı da yapmıştı.

12 EYLÜL’DE İŞKENCELER GÖRDÜ

12 Eylül darbesinde cezaevinde büyük işkenceler gören Nevzat Arabacı, yaşadıklarını Gerçek Hayat Dergisi’nde şu şekilde anlatmaştı: “Gözaltına alındığımda 32 yaşındaydım. Akıncılar Derneği Konya Şubesi başkanıydım. Konya Anadolu Lisesinde felsefe öğretmeniydim. 12 Eylül’den önce de her hafta karakola giderdim. Her gün olaylar olurdu. Polis derneği basar, bizi götürürdü. 12 Eylül’den önce tutuklanmadım. Karakola çok gittik ama delilsizlikten beraat ettik. Karakolda dayak yerdik ama konuşmazdık. Beni bazı olaylardan dolayı götürürlerdi. Ben de şöyle bir metot geliştirmiştim, dernekte idare heyetinin dışında gençlerin isimlerini öğrenmezdim. Karakolda dövdüklerinde bir iki gün yatar, isim veremeyince de bir süre sonra bırakırlardı. İhtilal olana kadar tutuklanmadım. 1980 ihtilali olunca işler karıştı. Konya Kudüs mitinginde ben ve arkadaşlarım ülkede propagandası yapılsın gayesiyle, İstiklal Marşı okunurken yüksek binalardan resim çekildiğini görünce bilinçli olarak oturduk. Daha sonra olaysız dağıldık. Bundan dolayı yargılandım ve yattım. Biz arkasından bir ihtilal geldiğini bilemedik. Kenan Evren, “Biz ihtilale sebepler hazırlıyorduk, Kudüs mitingindeki olay istediğimiz şekilde oldu” diyor.

OĞLUMU REJİM DÜŞMANI YAPTIN

İhtilal olunca ben polisin asla bulamayacağı şüphelenmeyeceği kişilerin evinde kalıyordum. Beni 14-15 gün aradılar, evde bulamayınca hamile eşimi alıp karakola götürmek istediler. Ben de gittim teslim oldum. Emniyette 2 gün kaldıktan sonra bizi bir gece vaktinde Uçaksavar denilen herkesin toplandığı askeri kampa götürdüler. Uçaksavar askeri kışlası ahır gibi bir yer. Sabah kalkarsın akşama kadar tuvalete bile çıkamazsın. Hatta izinle çıkarırlar. Bazen tuvaletini yapan insanlar oluyordu, onları da karşımıza getirip tuvaletini buraya yapmış diye hakaret edip dövüyorlardı. Uçaksavar denilen yerde 3 grup vardı. Ülkücüler, Akıncılar ve Komünistler yani solcular. Bu arada bazı silah kaçakçıları da orada bulunuyordu ama onları adamdan sayan yoktu.

En çok duygulandığım hadise, sorguya alınmadan önce Türkiye’nin en iyi hafızlarından Hasan Hüseyin Varol hocamı sorguya götürülürken görmekti. Ne eyleme katılmıştır ne başka bir şeye. O anda hocanın gözleri bağlıydı, elim kolum bağlı olduğu için hiçbir şey yapamadım. Gözüm bağlı sorguya alındım, sorgu odasında kimlerin olduğunu bilmiyorum. Ama kalabalık bir gruptu. Bana çeşitli sorular sordular. Sordukları soruları fikirle mağlup ettim. Ve arkasından ilk söyledikleri söz şuydu, “Sen benim oğlumu okulda rejim düşmanı yaptın, göreceksin sana yapacağımızı” dediler ve ilk sorgum böyle bitti.

Aynı yerde küçük bir işkence ve falakadan sonra Ülkücülerin yanına gittim. Dedim ki “ben İslam nizamını düşündüğüm ve rejim düşmanı olduğum için buradayım. Marksist, komünistler de komünist devlet kurmaktan buradalar. Siz rejimi savunduğunuz halde neden buradasınız?” Onlardan aldığım şu cevap hala kulağımda çınlar, “biz denge unsuru olmak için buradayız.” Onlarla bu konuşmayı yaptıktan bir hafta sonra beni ve arkadaşlarımı Mimar Sinan denen ayrı bir yere götürdüler. Orada bi süre kaldık. İşkence haddinden fazlaydı. İnsanlar geceden sabaha kadar elektrik işkencesine maruz kalıyor, copla dövülüyordu.

BU HALİMİ DE YAZ HAKİM BEY

Bir gün öğle vakti beni içeri çağırdılar. Tabi gözlerim bağlı. O gün akıl almaz işkenceler yaptılar ve ardından konuş dediler. Konuşmadım, “bir şey bilmiyorum” dedim. Onlar “sen hükümet başkanına, devlete tehdit dolu mektuplar yazmışsın” diye iftirada bulundular. Bunların hiçbirini kabul etmedim. Sonra göz bağımı gözümden düşürdüm, karşıma üniformalı askerler ve siviller çıktı. Beni duvardan duvara çarptılar. Üzerime çullandılar, üzerimdeki elbiseleri çıkarmak istediler. Ceketimi yırttılar, pantolonumu çektiler. Anadan doğma beni soydular. Fotoğraflar çekiyorlar, vuruyor ve dövüyorlardı.

Gecenin bir vakti birini çağırdılar. “Şuraları kim bombaladı” diye sordular. “Nevzat Arabacı ve arkadaşları” diye cevap verdi. Oysa hiç alakam yok. Ben kabul etmedim suçlamayı, yine dövdüler. Bir ara bayıldım galiba çünkü hatırlamıyorum. Bir gün bana “şu fotoğrafa bak İstiklal Marşı’nda oturanları tanır mısın” dediler. “Tanırım ama görmem lazım” dedim. Gözlerimi açtılar, baktım, tanımıyorum bunları dedim. Arkasından o arkadaşlara haber gönderdim kaçsınlar diye. Sonra askeri mahkemeye götürdüler beni. Hâkim karşısında şunu dedim, “karakolda verdiğim ifadeleri de kabul etmiyorum.” Ayaklarım, her yerim şiş. Ayağımı kaldırdım hâkime, “Hâkim bey bu halimi de yaz” dedim. Yazamadı.

ÖLMEK TIRAŞ OLMAKTAN İYİYDİ

Konya’da bir süre bir yerde kaldıktan sonra Dutlu denen bir yere geldik. Orası felaketti. Sonra bir gece toparlayıp bizi Mamak’a götürdüler. Mamak’a otobüsle elimiz bağlı şekilde gittik. Önce bizi bir yere alıp saç traşı yaptılar. Askerlerin elinde bir kör makine, saçları çekiyor. Makine saçlarımızı çektikçe bizi de yukarıya çekiyor. Biz kalktıkça, askerler “ne var lan” diyor. “Komutanım saçımız” diyoruz, “otur lan” diyor. Bir tıraş olduk o an ölmek o tıraştan daha iyi. Yarım saat bir saat traş olduk. Tıraştan sonra kafes denilen bir yer var, oraya aldılar. Yani kafes 30 kişi alıyorsa, biz 60 kişiyiz, sırt sırta. Etrafımızda 1.90 boyunda askerler, nara atıyorlar “Var mı yüzümüze bakacak” diye. “Niye geldiniz buraya” diyor, ellerimize copla vuruyorlardı. Kadın, erkek karışık.